24 Ağustos 2011 Çarşamba

K BİR HARFTİR ALFABE'DE - İbrahim Kılıç










k bir harftir alfabede
ama benim için,
pek çok şey ifade eden bir harf..
Dedim ya öz önce:
k bir harftir alfabede;
Bilmen harflerin kaçıncısı..
Aslına bakarsanız,
Sesli de değildir,
Sessizdir bu harf.
k bir harftir alfabede
Hiç düşünmemiştim bu harfi
Düşmemiştim üstüne..
dedim ya;
Alfabede bir harfti benim için yalnızca
Şimdi;
k yine bir harf alfabede

Ama artık
farklı anlamlar ihtiva eden bir harf...
Bu k'ya kızarım bazan
ama en çok da anlamaya çalışırım
bazan selam söyleyin k'ya derim
bazan 'k ne dedi'...
Ama ,
k yine bir harftir alfabede
k kim mi? k ne mi?
söyledim ya:
k
bir harftir alfabede...
        her alfabede...


         İbrahim Kılıç
Devamını Oku...

21 Ağustos 2011 Pazar

SEN DEĞİL MİYDİN? - İbrahim Kılıç












                                  -Canım "annem"e-

 Bize sevgisini sonuna kadar veren,
 Koruyup, kollayıp, gözeten,
 Yemeyip yediren, içmeyip içiren
           Sen değil miydin?
 Belki mecbur kaldın,
 Ayrı kaldın bizlerden,
 Ama yüreğinde hep aynı duyguyu taşıyan,
          Sen değil miydin?
 Kah Numure Hastanesi'nin eter kokulu odalarında;
 Kah Bilmem ne Hospitalların
 Labirenti andıran bembayaz odalarının
 Kireç beyazı tavanlarında
 O kireçten daha beyaz  bir suratla
 Bir hançer gibi bakışlarını tavana saplayıp
 Hıçkırıklarını yastıklara boğan,
          Sen değil miydin?
 Bazan kırdığımız,
 Bazan üzdüğümüz,
 Bazen de yok saydığımız,
          Sen değil miydin?
 Şu an
 Sevgine, ilgine o kadar muhtacım ki;
 Anlatamam....
 Özledim seni garib anam, özledim!...
     Kokunu özledim...
        Gülden daha güzel,
             Gül yüzünü özledim....

 O sımsıcak kucağını özledim...
 Ayın ondördünü bile kıskandıran
 Mah cemalini özledim

 Sen hep karşılıksız sevdin
 Sen sonuçta paylaşmayı sevdin
 Sen sonuçta üzülmeyi sevdin...
 Bütün her şeye rağmen,
 Bizleri yine seven
             Sen değil miydin?

 Yıllar geçti be garib anam
 Sen benden ayrı düşeli...
 Izdırapların, çilelerin
 Envai türünü sen çektin!

 Bizim için aslında,
 Çürüttün kendini be Anneciğim!
 Seven fedakarlık yaparmış;
 Fedakarlık yapan,
      Hep sen değil miydin
                Canım anam!
 Özlemlerim isyanlara döndü:
     Gel anam;
         Al beni,
           Yine sar yavrunu koynuna!
               
 Her hastaneye yatışında
 Ölgün, baygın bakışlarında bile
 Yine biz vardık...
 O halinle bile gülümsemeye çalışan
      Sen değil miydin  Anneciğim!
 Neşter darbelerine ve ilaç kokularına aldırmadan,
 Her seferinde dimdik ayakta durmaya çalışan
      Sen değil miydin Anneciğim!...


Seni anlatmaya dünya literatürü kifayet etmez:
 Evet..
        Ben
              seni
                   çok seviyorum, seveceğim
                                Canım Anneciğim!


                          İbrahim Kılıç
Devamını Oku...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

HAZAN - İbrahim Kılıç
















İyice bak yüzüme,
Örtme bakışlarını,
Her şeye dayandım;
Buna da dayanabilirim..

Hani gözlerindi yalnızca beni öldürmüş olan,
Nerde kalmış dudakların..

Bana artık yabancı
Gecedeki uyku,
Bari benim nefesime bürün..

Kerbela'da Hüseyindim ben;
Kah çöldeki kör kuyuda Yusuf,
Asırlar sonra uyanabilirsem
Hazan olmayan bir sabaha
Hikayemi o zaman tamamlayacağım.

                  İbrahim Kılıç

Devamını Oku...

16 Ağustos 2011 Salı

YALNIZIM - İbrahim Kılıç












 oturuyorum
 bilgisayarın başında
 yalnızım
 ve
 dostum yalnızlık var sadece yanımda..

 oturuyorum
 bilgisayarın başında
 ve kar yağıyor dışarıda
 o da bir nevi yalnızlık
 benim için...
    
 oturuyorum
 bilgisayarın başında
 ve bu kez
 yalnızlık bile
 terkediyor beni...

       İbrahim KILIÇ
Devamını Oku...

12 Ağustos 2011 Cuma

BİR CİNAYETİN ANATOMİSİ - İbrahim Kılıç












Evet..
Yine ben ve yine bir itiraf!
Artık ben bir katilim;
Aynı zamanda suç ortağı...
Aşkımı sattığım gibi;
Vurdum öldürdüm sevdamı..
*
Bu beklenmedik bir son değildi,
Taammüden işledim bu cinayeti.
Zaten ben vurup öldürmeseydim,
Esaret altında yaşamak,
Yakışır mıydı “sevdam”a..
*
Hakimler karar vermeden,
Vicdanıma hiç danışmadan
Mantığımla vermiştim ben bu kararı.
İtiraf ediyorum:
Zanlı aramayın yok yere.
Ben vurdum sevdamı,
Ben öldürdüm,
Zapta geçin.
*
Eğer ben kaldırmasaydım onu ortadan
Can çekişerek ölecekti.
Zaten birileri de çoktan
Kayda geçip, mührü basmışlardı.
Nasıl yaralı atları,
Fazla acı çekmesinler diye vururlarsa;
Ben de aynen öyle yaptım.
Dayanamadım acı çekmesine.
Hiç gözümü kırpmadan
Vurdum, öldürdüm onu!
Zapta geçin, tek tek bunları.
*
Suç ortağım felan da yok,
Yok yere zahmet edip aramayın.
Tek başımayımdım, bu cinayeti işlerken.
Artık, istediğiniz  hükmü verebilirsiniz
Benim hakkımda.
Ben şimdi,
Hem “aşk” ını satan bir sahtekarım,
Hem de “sevda”sını acımadan öldüren bir katil...
*
Hiç kiseden davacı değilim,
Sizden af da dilemiyorum.
Belki bir kıskançlık cinayetiydi bu, göze geldi.
Belki Leyla ile Mecnun,
Belki de Şirin ile Ferhat kıskandılar onu.
*
Olan biten bu,
Neklettim ise olan hikayeyi
İşte bu:
Bir cinayetin anatomisi!

                                  İbrahim Kılıç
Devamını Oku...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

AMAN DİKKAT KIZIM - İbrahim Kılıç

 












                                        - gülüm’e -

hayat acı tatlı pek çok şeyle doludur
bazen gülersin, bazen ise ağlar;
ama ne olursa olsun kişiliğinden taviz verme
sen de onlar gibi olma kızım.
her hal ve şartta insanların onuruyla,
                               oynama kızım.
Üzüleceğini bilsen bile, her zaman;
                                affet kızım...
Etrafta kuzu postuna bürünmüş kurtlar gezer.
Yalan ve süslü sözlere;
                                Kanma kızım... 

Dünya hayatı boştur,
bazen gözüne hoş görünür aman dikkat et;
                              bağlanma kızım...
sen benim biricik goncamsın,
hoyrat ellerin seni düşüncesizce kopartmasına,
                              izin verme kızım...

annen benim sana emanetimdir
söyleyeceği her şey senin iyiliğin içindir
ne olur dikkat et ona;
                               üzme kızım...

ben bu dünyayı terketsem bile,
sana ettiğim bu nasihatları
her hal ve şartta aklından;
                              çıkartma kızım...
Bu dünyada benim yüzümü güldürdün;
Rabbim, iki cihanda da seni güldürsün
                              Biricik kızım....
       
                              İbrahim Kılıç
                                mart – 2001
Devamını Oku...

9 Ağustos 2011 Salı

SUÇUM NE? - İbrahim KILIÇ















 Doğmamışsam güzeller güzeli İstanbul'da
                                          suçum ne?
  Dağlarıyla meşhur Erzurum'da;
  Harranıyla ünlü Urfa'da,
  Velisi ve delisiyle ünlü Malatya'da
  Bağlarıyla anılan Erzincan'da
                                         suçum ne?
  Özge bir tarihe,
  Güzel bir geçmişe  sahip değilse doğduğum yerler
                                         suçum ne?
  Yoksa ilham verecek bir denizi,
  Yetişmemişse benim bulunduğum yerde,
  Adı sanı bilinen bir adam
                                        suçum ne?
  Hasreti ile yanacağım,
  Üzerine mersiyeler düzeceğim,
  Güzellikleri ile övünebileceğim,
  Göğsümü kabarta kabarta:
  Anlatamıyorsam bazı şeyleri ; yoksa,
                                      suçum ne?
  Rengarenk kır çiçekleri açmıyorsa
  benim doğduğum topraklarda,
  Şeftalisi, kayısısı, fındığı
  üzümü ve sairesi
  yok ise
                  Suçum ne?


                           İbrahim Kılıç
Devamını Oku...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

DÜNYA HALA ZİNDAN - İbrahim Kılıç

     Dünya mü’min’in zindanıdır diye öğrenmiştik. Alemlerin Efendisi’nin işaret ettiği gibi görmeden inanmış ve iman etmiştik. Yeniden bir vahiy, bir peygamber gelmeyecekti. Azınlıktık; öz vatanımızda zenci muamelesine tabi tutuluyorduk. Yeniden, yine yeniden Mekke dönemini yaşıyorduk. Bir türlü Medine’ye geçemiyor, her zorbalıkta kilometre taşını sıfırlıyor Mekki ayetleri tekrar edip-duruyorduk. 
     Ahkam ayetlerini tatbik edemiyorduk; çünkü eğitimimiz, öğretimimiz Mekki’ydi. Arap alfabesi bilmeyenimiz Latince yazılışından hadisler ezberliyor, namaz-oruç, pak olan ve pak olmayan suları öğreniyorduk. Öyle her canınızın istediği ilmihalden de okuyamazdınız; hemen damgayı yerdiniz…  Ah bir Medine dönemine geçsek, ahkam ayetlerini öğrensek ve tatbik etsek diyorduk…
     Olmuyordu bir türlü. Belki büyüklerimiz kadar kallavice vatanı kurtaramıyor; pasta börek eşliğinde olmasa bile sade çaylarımızı yudumlarken Hendek Savaşı’nda iki cihan serverinin açlığını bastırmak için karnına iki taş bağladığından biz de bahsedebiliyorduk…
     Ama olsundu biz gençtik, gariptik, mustaz’aftık. Hiçbir zaman Bel’amlardan olmayacaktık. Bir gün evlensek bile ölmeyecektik (aramızda evlenenlere öldü derdik). Çok büyük ideallerimiz vardı. Yazıp-çiziyorduk… Hatta yazacak yer kalmamış gibi duvarları kağıt gibi kullanıyorduk. Bir gün gelecekti ve yaşadığımız onca zulüm bitecekti…
     Hiçbir zaman Karunlaşmayacak, peygamber metodundan ayrılmayacaktık. Mal üstüne mal yığanlardan asla olmayacak, bir gün evlenip kızımız olursa gelinlik çağına geldiğinde Rasulullah (s.a.v.) döneminde bazı güzide sahabenin yaptığı gibi damadımızı kendimiz bulacak ve makam-mevki, şan-şöhret, mal-mülk sormadan sırf Allah (c.c.) rızası için bir yuva kurmalarına vesile olacaktık.
     O dönemde şimdiki gibi teknoloji de gelişmiş değildi. Fazla masraf olmasın diye o hafta işleyeceğimiz konuyu daktilo ile bir kağıda özetler, ucuza gelsin diye Ankara’da fotokopi ile çoğaltırdık. O günlerde saftık; enaniyetimiz, egolarımız ön planda değildi: dava arkadaşlarımızı asla satmazdık. Allah için severdik birbirimizi. Aradan 20-30 yıl geçtikten sonra en samimi, muttaki dava arkadaşını görmezden geleceği, yok sayacapını aklımızın ucundan bile geçirmezdik. Aramıza “menfaat” putu aramıza girmeye daha yeltenememişti.
     İdealisttik; ama asli anlamıyla: Hiç bir şey bizi yıldıramazdı. Yağmur-çamur, kar-dolu-tipi vız gelirdi. Yıllardır yapılamayanları yapmaya taliptik. Daha çıkmayan bir gazeteye abone yapmak için 1985 yılının karlı ve çamurlu bir aralık gününde; delik ayakkabılarla elimizde abone makbuzu gezerken can dostum, büyüğüm, gönüldaşım, ağabeyim, (öz cümle benim için değeri ölçülemez), bir başka büyüğüm Selami Tümtürk'ün tabiriyle bir numara büyüğüm Hasan Erbay: "İbrahim, yeteri sayıda abone yaparsak yapacağımız ilk iş delik ayakkabılarımızı değiştirmek" olsun bile demişti...
      Bir gün gelip bizim de evimiz daru’s-selam, arabamız ford granada mı olacaktı….
     Yoksa hatıralarımızı yazmak için daha çok mu erkendi? Ya da bunun ‘er veya geç’liğini kim garanti edebilirdi bize.
     Aman birileri kırılmasın, aman birileri darılmasın diye kendimizi yiyip bitirmek nereye kadardı…
Başkasının samimiyetini ve ihlasını ölçecek bir alet icad edilmemişti, hala da icad eden çıkmadı… Neyse, yaram derin, öfkem gemlenemeyecek düzeyde… Fincancı katırlarını ürkütmeden, bugünlük de gönül kırmadan nokta koyayım…Mevla’m nasib ederse hasbihalimize kaldığımız yerden devam ederiz… 
     Dostçakalın; Ve’s-selam…
                       
                                                                                       İbrahim Kılıç


    Küçük bir dipnot: "İdealist insan başkalarına para kazandıran insandır" gerçeğini de daha sonra öğrendim.
                                        
Devamını Oku...

7 Ağustos 2011 Pazar

AL GÖTÜR - İbrahim Kılıç















 Mazidan ne kalmışsa,
             Sök;Al götür..
 Hiç bir şey kalmasın...
 Beynimi de al götür
             Yüreğimi de!
 Mutluluklarımı, mutsuzluklarımı
 Sevdamı...
              Al götür...

 Yüreğimin burkuntularını,
 Gözlerimden süzülen gözyaşlarımı;
 Şarkı sözlerini...
 Dünyanın en güzel mısralarını bile
             Al götür...

 Hele hafızamı hiç bırakma:
 Çünkü her şeye rağmen
 bir şeyler hatırlıyor hâlâ...
   
               İbrahim  Kılıç
                      Haziran 2000
Devamını Oku...

4 Ağustos 2011 Perşembe

İNHİSAR’DAYIM - İbrahim Kılıç


Yağmur yağıyor İnhisar’da,
Ve ben kendimi aralayarak bakıyorum.
Bedenim İnhisar’da ,
Ben ise hala Cemre’deyim.
Gök gürlemiyor İnhisar’da,
Burada olmak istemeğim her ‘şey’im.
Nar ağaçları, nar çiçekleri var İnhisar’da,
Sanki alevler içindeyim.
Sessizlik çöküyor bir anda,
Bir sigara daha yakıyorum,
Üflüyorum dumanını defalarca boşluğa;
                                         Umarsızca,
Kahrettiğini bile bile beni.
Sarı yaldızlı bardaklar yok burada,
Çay mı içiyorum, yoksa o mu beni.
Düşlüyorum o anı,
Dudağıma değmeyi bekleyen,
Ayrı fincanların kaderini.
Yıllarca anlamsızlıkları adımlamış,
Mutsuzlukları yudumlamışım…
‘Camelot’u arıyor da değildim,
Kral Arthur’a hiç özenmedim.

Karanlık çöküyor İnhisar’a,
Bana bir şey olmuyor,
Nasıl olsa zaten ben hep karanlıktayım!
Güvenmek istiyorum herkese;
Kendime bile güvenemiyorum…
Acı veren mesafeler ,
Zaman ve mekan bir anda yok oluveriyor;
Haziran’da İnhisar’dayım,
Ağlamak zor gelse de adama,
Yıllar sonra ağlıyorum; İnhisar’dayım!
Yeni, özgürce yaşayabileceğimiz bir ülke bulamadım,
Hep şehir ve ayak sesleri arkamdan geldi.
Ama zaman beni bana  iki kere borçluydu;

Ben hangi yitik şehrin insanıydım,
Hatırlayamıyorum bir türlü.
Hatırlamak da istemiyorum.
Sonuçta yatağına akan ırmaklar gibi,
Dönüp dolaşıp gideceğim yer belli!
Ama ben şu an ‘İnhisar’dayım!...

               İbrahim KILIÇ
        1 haziran 2004 - İnhisar

* İnhisar: Bilecik'te şirin bir ilçe
Devamını Oku...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

YARİME MEKTUP - İbrahim KILIÇ




  Şu an neredesin?
                  Ne haldesin?
  Issız odanda bekliyor  musun?
                 Hapsolunduğun kulenin
  Camından bakıyor musun
  Uzaklara hala.
  Hala boş mu duruyor kucağın;
 Yalnız mı geziyorsun sokaklarda;
  Islanabiliyor musun yağan yağmurda,
 Alnın üşüyor mu lapa lapa yağan karda..
                Kartopu oynuyor musun?
                Parklarda...
  Sana verdiğim resim
                Duruyor mu  hala...
                Soluk-cansız-ümitsiz...
  Gündüz ayrılıp gece birleşen kol düğmeleri gibi
                Duruyormu çay fincanların:
   Hala mahsun mahsun bekliyorlar mı
                Buluşacakları zamanı...

     
 Sahi yârim!
 Bakıp bakıp o resmime ağlıyor musun?
 İç geçirdiğin oluyor mu
             Yaşadığımız anıları düşünerek...
  Döküyor musun günlüğüne;
             satır satır
             yaşadıklarımızı....

  Evet yarim!
  Asansörle inip çıkarken
             aynaya bakıp bakıp
             tebessüm ediyor musun
             kendi kendine....
           

  Sanki yıllar geçti be yârim!
  Kar yağdığında kartopu oynayacak
           Bir yâr buldun mu kendine?
 Yağmur yağdığında
           Sıkı sıkı sokulacak yanına
           Sımsıcak yürüyecek bir yarin
          Oldu mu?

 Yârim!
  Az daha unutuyordum:
 O narin parmağın iyileşti mi?
             Ya incinen bileğin?
 Yine çok sinirli misin?
            Sağnak yağmurlarda!
 Gözlerin sık sık dalıp gidiyor mu?
            Arıyor musun
           O ülkeyi!
           Yaşayabileceğin,
           Yaşayabileceğimiz ülkeyi!
 Arzu ettiğin  şekilde,hür ve özgürce!....
     
     
Nazlı Yârim!
     Öğrendin mi o bilmediğin cadde ve sokakları...
     Okudun mu sana bıraktığım o mektupları....
     Hepsinde benden birer parça bulabildin mi?
 Lime lime olmuş; kalbimini parçalarını....
 Aklından çıkıyor mu, üzülüyor musun hala;
        Dağda kaybettiğin o anahtarlığa?...
        
 Yârim!
         Hala atmosferinde misin o büyülü yolculuğun...
         Zaman çok mu çabuk geçiyor?
        düşlerinde bile
        düşünürken o anı!...

  Ah Yârim!
       Hala sigara içiyor musun?
       Üflüyor musun boşluğa, dumanını sigarının, umarsızca....
       Kahrettiğini bile bile beni!
  Peki!
       Bilinmeyeni bilmeye çalışıyor musun hala...
       Bekleneni bekliyor musun;
       Zamanın tüm kahrediciliğine rağmen?...        

 Yârim!
  Bu mektup bitecek gibi değil:
  Ama aklıma takılan o  kadar çok şey varki!
  Hani ilk tutmuştum ellerini...
        O an gibi  titriyor musun hala;
         Ürkek bir güvercin gibi...
  Ben hep titredim;
        Bir an olsun  bile sakinleşemedim ki!


 ve son söz senin sözlerin olsun:
             Yaşayamadıklarımız
             Yaşayabildiklerimizden
             Daha çok ve daha layıksa
             özlemeye,
             Sesim seninle daha gür ve
             daha özgürse
             Bil ki
            Yaşayamadıklarımızı
            Yaşanabilir kılmak için savaşmak
            Seninle bir menekşeyi koklayıp
            Soldurmaktan daha güzeldir
  
                                                  Şubat 2000 - İbrahim KILIÇ




Devamını Oku...

"SENİ SEVİYORUM" DİYEBİLMEK 2 - İbrahim KILIÇ

  
  2 Ağustos 1987 Evlilik yıl dönümümüz...  
   Yani Bundan 24 sene önce üniversitede okurken bir kurban bayramı arefesinde eşimle evlenmiştim..
Zaman çok çabuk akıp gidiyor.. O zaman cevval gibi delikanlılardık.. Biz de galiba hemen herkesin zannettiği gibi hep öyle kalacağız sandık... Saçlarımız dökülmeyecek, sakallarımız ağarmayacaktı.. Heyhat, zaman gerçekliğini her fırsatta yüzümüze vurdu. 
   Daha önce de yazmıştım; erkek milletiyiz: Eşimize her gün "Seni Seviyorum!" diyemiyoruz. Ama ima ediyoruz... Bu sözler sadece evlilik yıldönümü gibi özel günlerde ön plana çıkıyor...
   Üzüntüler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar felsefesine inananlardanım...Neyse lafı fazla uzatmayayım. Bana çok kıymetli bir eş ve biri kız üç pırlanta evlat nasib ettiği için. Mevla'ya ham ediyorum...
    Tüm evli arkadaşlarımın da evlilik  yıldönümlerini kutluyor; iki cihanda da Rabbim'den saadetler niyaz ediyorum...

                                 02 Ağustos 2011  -   İbrahim Kılıç
Devamını Oku...